16 Ağustos 2010 Pazartesi

Şimdi ben ne desem havada kalacak –eğer sözcüklerin bir kütlesi yoksa sıradan bir şey bu söylediğim- ama işte insan bu, söylemeden yapamaz. 
 
Beklemenin yükü çok ağır. Daha ağır bir şeyle tanışmadım ben henüz, en kötüsü beklemek, sonunda erdiğin ya da eremediğin muradı en güzel deliklerden birine itinayla sokarım! Zaman geçsin diye bir şeylerle uğraşıyormuş numarası yaparsınız –sanki biz anlamadık!-, bir şeyler yersiniz, uyursunuz, ya da en azından denersiniz, kitap okursunuz, en aptal şarkıları söyler dans edersiniz, sonra saate bakarsınız önce kaç dakka geçmiş diye -5?- sonra da telefona bakarsınız bir haber var mı diye. Artık üzüntüden de değil, hırsınızdan ağlarsınız. Dişleriniz? Evet, onlar da dökülmeye yüz tutar.

House’u vurdular. Bir bölüm hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamadığımız olaylarla geçti, bölümün sonunda House’u ameliyata götürüyorlardı. Öyle bitti. Sezon finali. Diyorum ki iyi ki geç izlemişim, o bölümden sonra aylarca ne olduğunu beklediğimi düşünsene. Çok şükür, supanekedinimizamin.

Ne diyorduk, evet insanlar ikiye ayrılır, onlar ve biz, bekleyenler ve bekletenler. Zamana her bir dakikada küfür edenler ve vaktin nasıl geçtiğini anlamayanlar, yıprananlar ve yıpratanlar, önemseyenler ve umursamazlar.

Muhteşem Gatsbyler ve Sıradan Daisyler…

12 Ağustos 2010 Perşembe

Perec - Özlü // Varolma İkilemi

Paralel uzanan demirleri tahtayla birleştirirsen demir yolu olur. Birbirlerine hiç dokunmazlar, kesişmezler, ama aynı yolda paralel uzanırlar.

Kendi gerçekliğinden başka, süren yaşamının, soluk alıp verişinin, adımlarının, yaşlanışının gerçekliğinden başka bir şey tanımıyorsun. İnsanların gidip geldiğini, kalabalıkların ve şeylerin oluşup kaybolduğunu görüyorsun; gözlerin aniden ona dikiliyor, geçip gidiyorsun: Sen ulaşılmazsın.
Perec-Uyuyan Adam-s.66

Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelerde otur -artık hiçbir yerdesin.
Özlü-Kalanlar-s.19

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Tezer Özlü'nün Ekseni Etrafında



Yaşamın Ucuna Yolculuk kayıp bir kadını anlatır bana kalırsa. Tutunamayan, ama zaten düşmeyen bir kadını. Her yerde olup, hiçbir yerde olamayan kadını. Severler onu bugün, bu gece. Peki yarın? Yarını düşünen var mı? Hoş, kendisi düşünmüyor ki en başta.

Çocukluğun Soğuk Geceleri’nde üşünmüyor, aksi gibi çok sıcak. Boğulabilirsiniz. Sıcaktan. Dayanılır gibi değil. Deli misiniz? Deli damgasını hiç yediniz mi? Dışarıdan birinden değil, kendinizden? Ben deliyim. Sen? Olmuyor bazen. Bazen katlanması, algılanması, algılamaya veya katlanmaya çalışması çok zor oluyor. Ah, Tezer. Sus biraz n’olur.

Herşeyin Sonundayım. Bir kadının kendisine en yakın gördüğü insana bütün samimiyetiyle yazdığı mektuplar. O kadar saf ki bazen gülümsüyorsunuz. O kadar yumuşak yumruklar sallıyor ki, “böyle olmaz” diyorsunuz. “Yumruk atmasını öğretmeli biri ona”. Bütün bir kadın Tezer, her zaman öyle. Deli bide. Benden çok.

Kalanlar var bide. Tezer’den kalanlar. Önsözün altında “F.E” yazıyor. Herşeyin Sonundayım’ı okumasaydım Ferit Edgü gelmezdi aklıma elbet. Tezer’den kalanları okumak hiç kolay olmadı açıkçası. Hele bu kadar yakın olmuşken ona. İçselleştirmişken sözcüklerini, cümlelerini, düşünüş biçimini; kavramışken… Ne bırakmış olabilirsin ki geriye.

Kendi yokluğumu fark etmem bu noktada gerçekleşiyor. Son sayfasında Kalanlar’ın. “Neden?” diye sormaktan korkuyorum. Başlangıç için çok zor bir soru olacakmış gibi. “Şimdi” diyebiliyorum sadece. Ya da “Belki”. Beni duyabiliyor musun, Tezer?

Tam bir çılgınlık bu kadar yoğun bir şekilde Tezer Özlü okumak. Uzak durun. Bunlar bitince elime Pavese’yi aldım. “Aşık olduğum kadının aşık olduğu adam” Pavese’yi benim için tanımlar. Yaşama Uğraşı. Kendini 20 yaşında sanan bir kız için çok zor bir kitap. Sarsıntıları alt komşum hissetmiyordur eminim. Hoş, yüzüme bakıp, bastığım yere basanlar da hissetmiyor. Sorun değil.

Şimdi geriye ne kaldı bilmiyorum. Bir Tezer daha kim bulacak bana. O, özel bir insan. Hiç birimiz o olabilir mi? Bir saniyeliğine bile olamaz. Ve hiç kimse benim gibi sevemez onu. Sakladım çünkü, bulup da sevemezsiniz. (kaç demiştin 20 mi?)



“Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle. Kendi kendini kurtaramayanı hiç kimse kurtaramaz.” (Pavese)


Her şey geçiyor hiçbir şey geçmese de.
Çevreme bakıyorum. Ne var. Bildik siyah geceler. Bildik gri sabahlar. Bildik güneşin belirli ışığı. Zaman zaman en büyük güzelliklerine bürünse de, ışıklar gerçekten bizi şaşkına çevirse de, o ışıkların sonbahar ışıklarının tüm sonbahar yapraklarına verdiği renklerin tüm çeşitliliklerinde bir başına ışığı ilk kez görürcesine yürüsen de, içinde bağıran gene Dr. Driver.
“Hepiniz ne denli can sıkıcısınız!”
“Hepiniz ne denli can sıkıcısınız!”
“Hepiniz ne denli can sıkıcısınız!”
Yaşamın Ucuna Yolculuk/49
—Ah, artık dönmek istemiyorum o yıllara. Çok büyük sevinçler vardı. Ama çok da büyük acılar. Yaşlanmanın en acı olgusu insanın tüm dostlarını yitirmesi. GERİ KALAN YALNIZ BOŞLUKLAR. İNSAN YALNIZ, diyor Letizia. Seksen dört yılın onu getirdiği, bana dek ilettiği anın içinden, muhteşem lambaların altında. Mermer salonlarda.
Yaşamın Ucuna Yolculuk/88
Gece. Köy evinde mum ışığında oturuyoruz. Bir erkeğin elini tutuyorum. Onun elini tutmasam, kendimi gerçekten boşlukta duyuyorum. Beynim yine boşluğa fırlayacak gibi oluyor. Sert, kesin davranışlı, kişiliğini henüz anlayamadığım bir kocam daha var. Fırtına gibi köy odasına giriyor. İşte o an, gerçekten deliriyorum. Biraz istediğim gibi davranmaya başladığımda, götürülüp, demir parmaklıklar gerisine kilitleniyorum. Oysa bu adamla, beni doktor ve kliniklerin eline bırakmasın diye evlendim. Evlenirken ondan tek isteğim bu oldu. Hastalanırsam evde kalmak, plaklarımla, kitaplarımla, sevdiğim bir iki eşyayla olmak ve çay içebilmek istiyordum.
Çocukluğun Soğuk Geceleri/50