20 Eylül 2012 Perşembe

Ömrümden Bir Cohen Geçti: 19 Eylül Leonard Cohen İstanbul Konseri

Büyüleyiciydi.
Büyülendim.

Başa dönelim.

FenerBahçe tesislerindeki konsere nasıl gideceğimi açıkçası tam olarak bilmiyordum. İnternet sitesinde Üsküdar'dan kalkan 16M otobüsünün mekana geldiği yazıyordu sadece. Bense otobüste durak kaçırma konusunda nam salmış biri olarak tedirginlik abidesi. Bir de heyecanlı, 20:30'da başlayacak konser için 17:30'da evden çıkabilecek kadar, içim içime sığmıyor.

Saate bakmaktan bir hal olmuşken yanıma gelip genç bir kadın oturuyor. Konser kitlesi hayal kırıklığı yaratıyor üstümde. O insanların neden orada olduğunu o an anlayamıyor oluşumu, konser anında daha büyük bir şaşkınlık katlayacak. Saat 19:00. Kapılar açılıyor. Bir hareketlilik. Yanımdaki genç kadınla konuşmaya başlıyoruz. Aydınlık bir yüzü var kadının. Hukukçu. Eşini zor ikna etmiş konsere gelmek için. Ben tek geldim, diyorum. Cohen aşkına...

19:30. Kapıya doğru gidiyorum. Son sigaramın son nefeslerini çekiyorum. Bu sırada sakinim. Otobüsle gelirken içimde taşıdığım heyecan bir süreliğine yok. Kapıdan geçiyorum. Devasa tesisin içine gidip oturmam gereken yere geliyorum. Oturuyorum da. Bir süre sonra yerimden kaldırılıyorum. Yanlış oturmuşum, diyorlar. Bunu tam da yanlarımdaki ve önümdeki insan oturduğunda burada boğulacağımı düşündüğüm anda yapıyorlar. Yeni yerimin bir yanı boş. Önü açık. Sahnenin tam karşısı. Mükemmel hissediyorum.

20:45. Cohen sahneye Dance Me to the End of Love 'ı söyleyerek çıkıyor. Mutluluk. Şaşkınlık. Hayranlık. Kaç yaşındasın. Bu ne kadar naif bir etki alanı böyle. Mikrofonu tutuşu. Vokalleri. Şapkası. Öne eğik başı. Ses sistemi kaygısı yok oluyor. Harika bir akustik. Ses kusursuz. Herşey kusursuz dinleyici kitlesini saymazsak.* Kusursuz.

Şapkasının altında kaçamak bakıyor arada hep, sanki sevgilisi var karşısında, utanıyor. Müzisyenlerinin sololarında şapkasını çıkartıp dinliyor, saygısıyla bir kez daha büyüleniyorum. Hepsini tek tek tanıtıyor ara verirken, öyle güzel şeyler söyleyerek. Sesi, vücut dili, duruşu, bakışı, şarkılarına başlayışı, bitirişi, herşeyini büyük bir hayranlıkla izliyorum. Karşıdaki iki büyük ekran yakından çektiğinde nereye bakacağımdan emin değilim, kafam karışık, harika hissediyorum, iliklerime kadar Cohen dolsun istiyorum. Etkisine çoktan girdiğim büyüsü hiç bozulmasın istiyorum.

22:30. Ara veriyor. Şaşkınlıkla yaşadığım talihsiz olayın** suratımda yarattığı utangaç gülümsemeyle salona, yerime geri dönüyorum. İnsanlara bakmıyorum hayır. Hiçbir şeyin moralimi bozmasına ya da sinirlendirmesine izin vermiyorum. Ben bütün içtenliğimle sahneye bakıyorum, hadi geri gelsin! diye.

Geliyor. İkinci bölümde sanırım dünyam etrafında dönüyor Cohen'in. I'm Your Man'i de Hallelujah'ı da bu bölümde söylüyor. Hallelujah'ta seyirciye dönmüş ışıklardan gözlerim kamaşıyor, orada bir yerlerde olduğunu bildiğim ama ışıklardan göremediğim Cohen'e karşı bütün içtenliğimle bağırıyorum: Hallelujah!

Söz konusu bislere gelince dilim tutuluyor. Bütün salon ayakta***, atlaya zıplaya çıkıyor sahneden Cohen. Suratımda olduğuna emin olduğum o kocaman, aptal, şaşkın sırıtışla bütün gücümle alkışlıyorum. Herkes alkışlıyor. Geri gel! Geliyor. Aynen çıktığı gibi, büyük bir sevimlilikle. Üç ya da dört bis! Dile kolay!

Ben, Cohen "Bu harika ülkeye barış gelmesini diliyorum" deyip gittikten sonra, doyabilmiş miyim, hayır, geri geleceğini bilsem on dakika daha bütün gücümle alkışlarım onu.

Çıkışta bilmediğim Ataşehir sokaklarında bir taksi bulmak derdiyle yürürken nerede olduğumu soranlara "sanki rüyadayım!" demem, hayır yalan değil. Hala öyleyim. Rüyadayım.

Şimdi bunları dinleyip dün geceyi tekrar tekrar yaşamaya çalışıyorum.
Hala rüyadayım.
Evet büyülendim.

Who by fire
Suzanne
Loved you in the morning
Famous Blue Raincoat 
Gypsy's wife
...

Ek: Alkım'ın yumuşacık yazısı için tık!
Cohen'le tanışmam 17 yaşlarında elime içinde Cohen, Hendrix ve Ben Harper olan cdnin geçmesiyle olmuştu. Hatırlamak da çok hoş..

---------
*Bir insan dinlemeyecek-izlemeyecekse neden o kadar para verip de Cohen konserine gelir, sırf gelmek için mi? Facebookta Cohen konserindeyim demek için mi? Anlamakta güçlük çektiğim hadi sen bir gösteriş budalası kendini kültürlü ya da zevkli zanneden bir gerizekalısın o karanlıkta elindeki telefonun ışığının insanları rahatsız edebileceğini düşünüp de utanmıyor musun hiç? Ve bir de vidyo çekme derdinde olan 1. ve 2. grup insanları vardı ki diyeceğim hiçbir şey yok onlara.

**Cohen Amca ara verince ben de kalkıp tuvalete gittim. Konser anında rahatsız olamayayım diye su-çay-kahve hiçbir şey içmediğimden konser sırasında bir sıkışıklık yaşamadım, şükür. Ama sanırım Cohen'in üzerimde yarattığı etki: WC yazısını gördüm ve içeriye girdim. Sıra sıra birler gibi dizilmiş adamları görüp ayılmam 180 derece dönmem ve karşımda o sırıtan çocuğu görmem. Öff! 

***Sanırım Cohen'in sahneden ilk çıktığında gideceğini düşünen insanlar, deli gibi vidyo çekmeye çalışanlar, sürekli telefonuyla oynayan kişilerdi. Geceye, 3buçuk saatlik konsere mükemmel bir bitiriş yapan Cohen'nin, salonun o coşkusunu yaşamadan çıkan insanlara acımam ben. Belli ki beyinsizlikten hüküm giymişler kimseye farkettirmeden. 

17 Eylül 2012 Pazartesi

"Nerden baksan tutarsızlık / Nerden baksan ahmakça"

Kötü.
Durumu özetleyen müthiş kelime bu: Kötü!

Beckett'ın Murphy'sinin içime oturmasında şaşılacak birşey elbette yok. Bu adam bizi delirtmek için yazmaya and içmiş vakti zamanında. Ama sonuçlar hep bir çuval dolusu cevapsız soru oluyor, ya da bir koca ağız dolusu küfür: Godot'yu da Murphy'i de...!!

Aslında erkenden uyandım bugün, 9 buçuk olmamıştı. Çok bile uyumuşum. Bir haftaya yakındır elimde olan kitabı okurken tekrar uyuyakalmışım. Sonra 12'ye doğru yine uyanıp 2'ye doğru tekrar uyumuşum. Uyandığımda günün yarısı bitmişti, kitap da bitmek üzereydi, bunun hoşuma gittiğini sanmıyorum. Başımdaki ağrı gözlerimden fışkırıyor. Yine de dünden iyi olduğumu düşündüm sanırım, en azından okuyabiliyor, kalkmak isteyebiliyorum.

Dünün gözde kelimesi: Berbat!
Kelimenin tam anlamıyla berbat!

Gelmeden önce "aile insanın kaçamayacağı ego savaşlarını yaşatan bir topluluktur" derken bugün "aile kürkçü dükkanıdır" diyebiliyorum. Dün bütün kayıplara rağmen arayıp ulaşamadığım babam, telefonunu açmayan annem, akşam peşpeşe seslerini duyurunca üzerimden, daha çok boğazımdan bir öküz kalktı.

Ben kötü bir insan değilim.
Yalnızca insanlara özellikle de haddini aşan insanlara tahammül edemiyorum.

Burada, evde eksik olan oyun şüphesiz satranç! Yine oynayacak birileri yok elbet fakat romanın koca bir sayfa dolusu hamle serişinin karşısında zihnimin kitlenmesi ve "bana bir satranç tahtası lazım!" diye hönkürmem en kısa zamanda ya bir tane satın almam ya da evdekini alıp buraya getirmem gerektiğini farkettirdi.

Şimdi, güneş salonu terkettiğinde ancak kalkıp çay yapabildim, ancak bardağa doldurabildim, ancak Behzat Ç.'yi kapatıp Bakunin ve onun göz dolduran yaşam hikayesini anlatan kitabı elime alabildim.

Sonuçta elimde hep bir kitapla kalakalıyorum ben. Hep daha fazla kırılmaz dediğimiz kalbin bir parçası daha un ufak edildiğinde sonsuz bir döngü içinde yaşamaya mahkum edildiğimizi ve gözleri kapatıp zihni temizleyip tipine koyulasıca Godot'nun gelmesini beklemekten başka çare olmadığını farkediyorum. Ediyorum da içim rahat ediyor mu? Gözlerimden fışkıran ağrı diniyor mu?

Eylül sonra.
Rüzgarlar estiriyor.
Yine de fazla sıcak.
Eylül gibi değil de sanki ... Zaten hiçbir şey olması gerektiği gibi değil.

Söylemek istediğim son şey çarşambayı bekliyor olduğum. Sadece 19 Eylül'e yatçaz kalkçaz yatçaz kalkçaz mesafesinde olduğumu düşünüp mutlu oluyorum. Başka da hiçbir şey yok.



13 Eylül 2012 Perşembe

"Yoksa hikayemizin benimle birlikte ölmesine göz mü yumacaksın?"

Şimdi ben buraya hayatıma yeni bir yazarın girdiğini, ona olan açlığımı, çıkmış bütün kitaplarını deli gibi edinme hevesimi, nasıl anlatayım cümlelerinin her birini tekrar okumamı, hayır ruhumun bu bölümüne daha önce hiç kimsenin dokunmamış olduğunu, bu yüzden O'nu herkeslerden sakladığımı, adını bile anmadığımı, kıskandığımı, "ulan! bu kadar acıtma!" deyişlerimi, hiç olmayacak yerde gözlerimin doluşlarını, ve tabii yine hiç olmadık yerde gülümsemelerimi hatta kahkaha atmalarımı ve bütün bunlara kendisinin incecik bir kitabıyla adım attığımı yazmak isterim.

Ama yazamam.


7 Eylül 2012 Cuma

"Çöl büyür: vay haline içinde çöl saklayanın..."



-Ariadne'nin Yakınması-

Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş, çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarılmışım, ah! bilinmeyen ateşlerle yana yana,
titreyerek, sivri buzdan oklar karşımda,
sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! Iğrenç!
Sen ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişsin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz -T a n r ı . . .
...


(En ağır yükü aramıştın;
işte, k e n d i n i buldun -,
şimdi de atamıyorsun kendini sırtından...)

Friedrich Nietzsche - Dionysos Dityrambosları

5 Eylül 2012 Çarşamba

Simeranya

"Ve hatıralar.
Gözlerimi yumuyorum.
Roman.
Belki on cilt doldurur, belki incir çekirdeğini doldurmaz. Ne istiyorsunuz? Aşkta musiki, sevgilinin vesika fotoğrafını kainat ebadında bir agrandismana çıkaran muhayyilenin objektifini bir anda açıyor. Meseleye bir türlü dönemiyorum. Neydi? Iki ihtimal: Aptallık veya aşkta yetersizlik. Beni tatmin etmiyor. Fakat aralarındaki yakalanmaz inceliklerin sezilmesi için hareket üsleri hazırlıyor.

Daha doğrusu her aşkın köhne ve ebedi meselesi içindeyim: "Beni seviyor mu?" ve " Ne kadar?". Büyük anne, hala, teyze, koskoca insanlar bunun cevabını beş yaşındaki çocuktan bile isteyecek kadar zayıftırlar. Bambino küçük ellerini derece derece açar, "Beni ne kadar seviyorsun?" sualine "Oda kadar", "Ev kadar", "Dünya kadar" cevaplarını verir. Sevgisini adamına göre derecelendirmesini ve ölçmesini beş yaşında öğrenmiştir. Koketrisi de vardır. Her zaman doğruyu söylemez. Cevabını menfaatine veya merhametine göre ayarlandırır. Büyüklerden daha büyük olacağı anı yaşamaktadır. Tahtından aşk ihsanları dağıtır. Bu çocuktan daha küçüğüz."

Peyami Safa-Yalnızız