25 Ekim 2012 Perşembe

Çay alır mıydınız?

Hava kapalı. Bu şehri daha önce hiç bu kadar sevmemiştim. Şehir merkezine uzak yeni evimizin kartpostal edasındaki manzarası, mis gibi kokusu zamanı unutturuyor, saat kaç deyiveriyorum gün içinde kaç kez.. Ailemin beni odamda unuttuğuna eminim. Üst kata kimsenin işi düşmüyor, bu yüzden kimse kapımı açmıyor, ben de artık kapatmıyorum zaten.

Benim odamın karşısına evin kütüphanesi düşüyor. Yeni evin en sevileri özelliklerinin başını çekiyor bu oda. Önceki evin kitap yükünü çeken büyük kitaplıksa bana kaldı. Buradaki az sayıda kitabım cirit atıyorlar kocaman kitaplıkta. Yanımda beş kitapla geldim. Iyi ki getirmemişim daha fazlasını. Atlayıp babamın kitaplarından seçiyorum. En sevdiği yazarlardan biri Peyami Safa. Ben de aldım Bir Tereddüdün Romanı'nı okuyorum.

Geleceğe dair sonsuz planlara bu şehir de giriyor böylece.. "acaba" diyorum "gelsem burada mı yaşasam bir kaç sene?" o kadar çok şey düşünüyorum ki... Son sınıf öğrencisi olmak iyi birşey değilmiş. Çıplak gözle görüyorum.

16 Ekim 2012 Salı

Margit Schreiner - Hayal Kırıklıkları Kitabı

Bir kitabın adı neden Hayal Kırıklıkları Kitabı olur? Ve ben nasıl olur da alırım onu? Metis'ten çıktığı için mi? Bilmiyorum, hatırlamıyorum. Karamsar bir ergenin ilgisini çeker belki bu kitap. Kapağı koyu gri, üzerinde bir ağacın dalları ve üzerindeki kuşların siluetleri. 

Onca zaman önce alınmış bu kitabı niye şimdi okudum? Onu da bilmiyorum. 
Bir kitabın adı neden Hayal Kırıklıkları Kitabı olur? Büyük ihtimalle bir aşk hikayesi anlatıyordur, ya da acılar içinde kendince kıvranan bir insan hikayesi.

Bir hayatı anlatan bir kitabın adı neden Hayal Kırıklıkları Kitabı olur? Çoğunlukla doğumu takip eden dönemle ölüme yaklaşan dönem.

Soğuk Savaş döneminde Linz'de yaşayan bir ailenin tek kızı. Doğu bloğunda yaşayan bir üvey kızkardeş bir süreliğine hayatlarına dahil olsa da kız evinden ayrılana kadar üç kişilik bir aile içinde varolmaya çalışıyor. Biraz hayalperest. Sanırım onun en belirgin özelliği de bu, kanepeden trenler yapıp Avrupa'yı dolaşan, kava kaçıran bir botla Pasifik'i geçen bir hayalbaz kız. Çocukken farkındalıklarımızın haddi hesabı yok sanırım. Daha iyi mi anlayıp çözümleyebiliyoruz içinde yaşadığımız dünyayı bilmiyorum. Çocukluğuma dair hatırladığım şeyler kısıtlı, karşılaştırma yapamıyorum. Schreiner'in kitabını okutan şey de bence bu, daha ölümün kapısına dayanmamış bir kadın olarak, ölümün kapısına dayanmış bir kadının nasıl hissettiği çok iyi yazabilmek ya da bir bebeğin hareketlerini düşüncelerini tahmin edebilmek, yorumlayabilmek. Kitaba başladığım günün gecesi ruh halimden olacak kitapta kaldığım yeri açıp yüksek sesle, komşularım şikayete gelecek diye korkmadan bir kaç sayfa okuyup ardından ağlamaya başlamam ne kadar benimle ne kadar Schreiner'la ilgili bilmiyorum.

Schreiner inanın içinde bulunduğu durumla çevresinde yaşanan olayları kendi içindeki algılayışını çok iyi yakalamış bana kalırsa. Ve yazarken fena halde etkilendiğini düşündüğüm aklıma gelen yazarlar da fena halde sevdiklerim:

Yürümesini, yemek yemesini ve konuşmasını öğrenir, bunun amacını sorarız kendimize. Dil, tarih ve coğrafya, matematik ve fizik öğrenir, bunun amacını sorarız kendimize. Aşık olur ya da olmaz, evlenir ya da evlenmez, çocuk yapar ya da yapmaz ve bunun amacını sorarız kendimize. Tembel tembel yatar, gezintiye çıkar, görevlerimizi yerine getirir, okur ve bunun amacını sorarız kendimize. Yaşar ve bunun amacını sorarız kendimize... Bir tek ölürken her türlü soru gereksiz hale gelir. 

Dünya kararmıştır. Nesneler bulanıklaşır. Sesler giderek uzaklaşır. Ansızın korkunç bir sessizlik çöker. Mutfak ardiyesindeki kurabiye kutularının üzerindeki siyah saçlı kadınlar dans etmeyi keser ve kızgın kızgın sana bakarlar. Pembe, kırmızı, sarı ve siyah reçel kavanozları sırayla raftan yere düşüp ses çıkartmadan parçalanır, reçeller yoğun, yapışkan, yekpare bir kütle oluşturur, hızla yayılır, seni yutmak için üzerine üzerine gelir. Aynı zamanda dört bir yanda seni altına alacak yapışkan, pis kokulu çöp dağları meydanda belirir, çağlayanlar birden durup devasa su kütleleriyle seni ezebilmek için ortaya çıkmanı bekler; siyah ayılar ve kutup ayıları yan yana durmuş korkunç pençelerini sana doğru uzatırlar. Açık mavi renkli, uçsuz bucaksız denizin ortasında yüzen bir buz parçasına kaçar ve bütün hayatın boyunca karşılaşacağın yalnızlığın tamamını bir kerede yaşarsın. Çünkü suçluluk duygusunu öğrenmişsindir.

İçinde bulunduğum alacakaranlıkta kızım eriyip benimle, bense annemle bir oldum. Erkekler, kocaman elli bir tek erkekte birleşti, çeşitli manzaralar eriyerek tek bir manzara haline geldi, günler iki yıla ulaşana kadar eridi, saniyeler topaklaşıp günlere dönüştü. Bunların içinde herşey hapsoldu ve hareketsiz kaldı. Ama böylelikle aslında herşey hazır hale geldi. Tüm yaşamım hareketsizce karşımda duruyordu. Olduğum, olabileceğim herşey içimdeydi. Ama başkalarının da oldukları ve olabilecekleri de öyle. Tüm bunların adı artık "ben"di. "Ben"in de benimle bir ilgisi yoktu. 

14 Ekim 2012 Pazar

Benim Karadenizde Batacak Gemim mi Var İbrahim?


Ağzından çıkanı kulağım duymuyor İbrahim. Duymayınca ağlıyor kulaklarım. Dünyamı boynuzlarının üzerinde taşıyan öküz gibisin İbrahim, yaptığın her hareket dünyamı sarsıyor, sarsılıyorum İbrahim umurunda olmuyor.

Göz gözü görmüyor İbrahim. Yokluğun batıyor gözlerime canım acıyor. Ne uluslararası kişileri önemseyebiliyorum ne de Kant'ı. Niyetlerim iyi halbuki İbrahim bir seni istiyorum. Kant beni bilse nasıl severdi, sen bilmiyorsun İbrahim. Yazdıklarım ya eline geçmiyor ya da kalbine. Senin kalbin neden böyle İbrahim?

Ömür boyu seni bekleyeceğimi ya da arayacağımı düşünüyorsan, düşüncesiz kal İbrahim! Güçsüzlüğümden beklemiyorum seni, gücüm bünyeme ağır geldiğinden bekliyorum İbrahim. İnsan haklarıma saldırıyorsun, saldırıyorsun da içim el vermiyor senden şikayetçi olmaya, suçlu bulununcaya kadar yıllarca göz altında kalmana. Sayemde özgür olduğunu bilmiyorsun İbrahim. Bildiğin tek şeyi de unut da mal mal aynalara bak e mi İbrahim!

Öldüğünden şüphelenmiyor değilim İbrahim. Ettiğim bedduaların birinden biri elbet tutmuştur diye düşünüyorum. En azından bir kolun kopmuş, bir gözün akmış diğeri şaşı olmuş olmalı. Bu halde sana kimse bakmaz İbrahim inat etme artık geri gel.Ya da gelme! Dolunayda kurt adam ol İbrahim! Rakı masalarına meze ol! Evinin önünde gözünü kan bürümüş at kafası düşmanları derneği toplanıp ateş yakmış olsun da sen de at kafası ol ortalarına düş İbrahim!

Senin duygu radarına girmek için illa ölmek mi lazım İbrahim?
Dünyanın ekseni kaydı İbrahim.12 santim yerinden oynadı sen bana bir santim bile yaklaşmadın. 
Mutsuz olalım ne var? Biz de mutsuz oluruz. Ben seninle mutsuzluğu da varım İbrahim. 

Bana yüzünü dön, bana yüzünü göster İbrahim.
İbrahim.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Serin-Sesli

Motorların biri gidip biri geliyor. Insanlar, bir sürü. Saatimi bekliyorum.

Akşam olunca Kadıköy Rıhtım'da çalıp söyleyen adam Şu Metris'in Önü'nü söylüyor. Insanlar bir sürü.

Sırada ne var? Bilmiyorum. Sürekli rüyalar görüyorum. D.'nin çok güzel bir sevgilisi var. Öyle mutlu ve genç görünüyor ki. Içim acımıyor sanki. Arayıp da soramıyorum, öyle güzel görünüyor ki. Hep öyle çok güzel değildi, bazen.

Sonra? Sonrası saatin gelmesi. Ölü zaman. Ölü vakit. Ölü insan.

2 Ekim 2012 Salı

Kapalı-Boğucu.

"Düşünülebilen herşey açık seçik düşünülebilir. Söylenebilen herşey açık seçik söylenebilir. Ama düşünülebilen herşey söylenemez."

Sinirlerim bozuk.